Cinderella masalı, birçoğumuzun bildiği romantik bir hikayedir. Ancak, gerçek hayatta "Cinderella Sendromu" olarak adlandırılan bir durum var ki, masaldaki romantizm de neymiş dersiniz. Cinderella Sendromu, bir ilişkide kendini başkasına adama halidir; ama öyle böyle adamaktan bahsetmiyorum. Gerçeği, gerçekleri reddederek, kendi ihtiyaçlarını, kendi varlığını ihmal eden bir ilişki yaşama halidir.
Bu durumda olan bireyler, kendi değerlerini ve mutluluklarını bir kenara bırakarak başkasının/başkalarının beklentilerini ve isteklerini ön planda tutarlar. Kendi hayallerini gerçekleştirmek yerine, başkalarının hayatını daha önemli hale getirirler. Bu davranış kalıbı zamanla kişinin kendi kimliğini ve mutluluğunu kaybetmesine neden oluyor.
Tanıştığım çoğu kadın danışanım, iç dünyasında kurtarılmayı bekleyen narin bir bireyi temsil eden çok özelliğe sahip. Saçımı süpürge ettim de kıymeti bilinmedi diye sitemleri odamda sıklıkla işitiyorum.
Cinderella Sendromu genellikle düşük öz saygı, bağımlılık ve sağlıksız ilişkilerle ilişkilendirilir. Kişinin kendi ihtiyaçlarını göz ardı etmesi, zaman içinde duygusal olarak yıpranmaya ve mutsuzluğa yol açıyor. Çocukluğu ‘kurtarılmayı bekleyen kadın masalları” ile geçen sevgili kadınlar, bilinçaltı dataları size ‘kendini ada’ sinyalleri verecek. Farketmeden bu toplumsal rolü oynuyor olabilirsiniz. Cinderella masalı güzel bir hikaye olsa da, gerçek hayatta kendi değerlerini tanıyan, sınırlarını belirleyebilen ve sağlıklı ilişkiler kurabilen bağımsız bireyler olmak için yaşayın. Yalnızca kendinize odaklanın. Sizin masalınız başka; siz kendi masalınızın kahramanısınız.